Bağlanma-Bağlanamama
Bağlanma, kişinin insanlarla arasında duyduğu duygusal bağ olarak tanımlanabileceği gibi bireyler arasında devamlılık gösteren bağ olarak da bilinir. Dünyaya gelen bebek ilk bakım verenine güvenmek, ona sığınmak ister. Bu kişi genellikle annedir ve bu ihtiyaç evrimseldir. Anne, bebeğin yaşama devam edebilmesi için beslenme, korunma ve güvende hissetme ihtiyaçlarını karşılar. Dolayısıyla bakım vereniyle güvenli bağı olan bebeğin, hayatta kalma şansı da artar.
Bebeğin bakım verenine güvenmesi sadece fiziksel temelli bir süreç veya bir biyolojik ihtiyaç değildir. Aynı zamanda duygusal yakınlık, şefkat ve güven; yaşanılan herhangi bir zorluk ve/veya tehditte bebeğin bakım verenine yaklaşıp yaklaşmama davranışını da belirler. Duygusal şefkati, sevgiyi ve güveni hisseden bebekler stres altında bakım verenine yaklaşır. Diğer yandan duygusal yakınlığı hissetmeyen bebekler, bakım verene yaklaşmazlar.
Güvenli Bağlanma
Duygusal yakınlık, sevgi ve şefkatin var olduğu, başka bir deyişle güvenli bağlanmanın olduğu ilişki aslında varoluşsal ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç karşılanmadığında yani güvenli bağlanma olmadığında kişi hayatını eksik kalan ihtiyaçlarını telafi edeceği duygu-düşünce-davranış örüntüleri kurarak geçirir. Örneğin tutarsız bir ebeveyn tutumuyla büyümek, çocuğun kimi zaman çok sevildiğini kimi zamansa sevilmediğini hissetmesine zemin hazırlar. Çocuğun sevilmediğini hissetmesine yol açan davranışlar, görülmeme hissinin yoğunlaşmasıyla veya duygusal cezalandırılmalarla meydana gelebilir.
Bu çocuk büyüdüğünde sevginin kazanılıp kaybedilebilir bir şey olduğunu öğrenecek ve sevgiyi kaybetme kaygısıyla ilişki örüntüsü geliştirecek. Karşı tarafı hep memnun etmek isteyecek, hayır diyemeyecek, kendi taleplerini ve duygularını ifade edemeyecek. Bunun sonucunda, adımlarını hep karşı taraf onu sevsin diye atacak. Bir başka senaryoda, ebeveynler çocuklarına karşı uzak, soğuk ve sert bir tutum sergilediyse çocuk zaten “sevilmeye layık olmadığını” düşünecek. Dahası, “yalnız” olduğunu öğrenerek büyüyecek.
Bu durumda da onun için en önemli şey kendi bireyliği ve özgürlüğü olacak. Tüm hayatını da buna göre inşa edecek. “Yalnızlığı” deneyimlememek için “tek başına” bir hayat kuracak kendine. Kendi seçimleriyle kimseye bağlı olmadığı, kendi kararlarını verdiği ve kendi ayaklarının üstünde durduğu bir hikayesi olacak. Duygusal deneyimlerin asgari düzeyde yaşandığı, ilişkilerin huzursuzluk hissettirdiği yaşam sürece. Derinlerde deneyimlenen duygusal yoksunluğun bastırılıp inkar edildiği bir yaşamda tatminsizlikle mücadele edecek.
İlk örnekteki kaygılı bağlanmada da, ikinci örnekteki kaçıngan bağlanmada da ortak olan duygu bilinçaltında korku duygusudur. Yapılan araştırmalar, her iki bağlanma şeklinde de ayrılık karşısında beyin kimyasallarının benzer reaksiyonlar gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu da demek oluyor ki kaçıngan bağlanan bireyler de aslında ilişkiyi kaybetme korkusu yaşıyor. O halde kaçıngan örüntüyü nasıl anlamlandırabiliriz? Aslında kaçıngan bağlanma bu bireyler için bir savunma mekanizması görevi görür. Erken dönemdeki bakım vereniyle olan mesafeli ilişki, çocuğa ilişkinin, bağlanmanın, sevilmenin, şefkatin ve güvenin mümkün olmadığı mesajını vermiş olacaktır. Çocuk ise bu varsayımla hayatını “tek başına” şekillendirir. Ancak bu ilişkisel ihtiyaçlar evrimsel ve varoluşsaldur. Bu da, kişinin günlük yaşamda tatminsizlik ve huzursuzluk deneyimlemesine sebep olur. Bu deneyimler ise anksiyete ve depresyon için risk oluşturur.
İyi haber, bağlanma şekli kişinin kaderi olmak zorunda değildir. Terapi ile güvenli ve sağlıklı hayat örüntüleri kazanılabilir. Minik bir kötü haber ise; farkındalık olmazsa o iş olmaz 😊
Kendi kader yolumuzu kendimizin belirlediği, farkındalığımızın daim olduğu yarınlarda buluşmak dileğiyle…
Uzm. Klinik Psk.
Zeynep Hilal Çelik

