İnsanlar Neden “Mağduru” Suçlamaya Eğilimli?
Günümüzde özellikle kadına yönelik fiziksel şiddet ve cinsel istismar ile ilgili çıkan haber sayısında ciddi artış var. Sosyal medyanın yaygınlaşması ve Amerika’da başlayan ‘MeToo’ hareketiyle özellikle kadınlar maruz kaldıkları şiddeti ve istismarı paylaşmaya başladı. Bu paylaşımlar özellikle sosyal medyada ciddi yankı uyandırdı. Ancak kurbanlara her zaman empati ve anlayışla yaklaşılmadı. Şiddet ve istismar ile bağlantılı olarak mağduru suçlama olgusunun uzun zamandır farkındayız.
Eminim bir çoğumuz da bundan ciddi olarak rahatsızlık duymakta. Yalnız ülkemizde değil, diğer ülkelerde de genellikle bu suçlama kurbanın yaşadığı şiddette ki rolü üzerinden gerçekleşmekte; “hangi davranışlarının bu duruma yol açtığı, ne giydikleri, faili “teşvik etmek” için ne yaptıklarını, hatta neden daha fazla mücadele etmedikleri” soruluyor, konuşuluyor. Bu durum özellikle bir kadın olarak beni de çok öfkelendiriyor. Konu üzerinde düşünmeye ve araştırma yapmaya başladıkça, mağduru suçlarken, doğrudan kendi talihsizliklerine neden olduklarını düşünmenin yanında bu trajedinin bir kısmının onların hatası olduğunu ima ederek, daha dikkatli olunarak, kişiler kendinin ve sevdiklerinin güvende olduğu inancını yaratmaya çalışıyor olabilirler mi? diye düşünmeye başladım.
Düşüncemi buraya evrilten ise David B. Feldman’ın yazısı oldu. Bunu yazarken ki amacım elbette ki suçlama eğilimini aklamak değil. Bir anlam arayışı diyebiliriz. Mağdur kişinin yaşadıklarını azımsarsak cezai eylemi en aza indirmiş, mağdur kişilerin öne çıkma ve haklarını arama olasılığını azaltmış oluruz. Bu nedenle kurbanı suçlamanın psikolojik kökenlerini anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Şiddeti ve istismarı bu şekilde önlemeye yardımcı olabileceğimizi umut ediyorum.
Suçlama olgusunun bir kısmı kuşkusuz cehaletten, kendini beğenmiş bir üstünlük duygusundan kaynaklansa da başka önemli nedenleri de var olabilir. Psikologlara göre mağduru suçlama eğilimi paradoksal olarak dünyanın iyi ve adil bir yer olduğuna inanmak için derin bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor olabilir. Günlük olarak oldukça korkunç olayları içeren haberler ile kuşatılmış haldeyiz. Hemen hemen her gün haberlerde hırsızlık, kaza, kişisel suçlar, hastalıklar ve savaş ile ilgili bilgi akışı söz konusu. Eğer tamamen rasyonel varlıklar olsaydık şu an dehşet içerisinde bir yaşam sürerdik. Sonuçta bu olaylar bizimde başımıza gelebilir. Ancak bunu düşünmek çok acı verici olabileceğinden “iyi birer insan olduğumuz için” bunun bizim başımıza gelmeyeceği inancına tutunarak trajik olaylarla baş etmeyi seçiyoruz diyebiliriz.
Bu inançların sanrılı doğasına rağmen, sahip olduğumuz için mutlu olmalıyız. Dünyanın tehlikeli, haksız olduğunu ve iyi insanlar olmadığımızı gerçekten düşünürsek, hayatın ne kadar korkunç görüneceğini hayal edin. Olumlu inançlarımız, çoğu zaman düpedüz korkutucu olabilecek bir dünyada işlev görmemize ve mutlu bir şekilde yaşamamıza yardımcı olur. Kendimizi psikolojik olarak kurbandan ayırmak için bu trajediyi davet etmek için bir şey yapıp yapmadığına dair sorgulama ve suçlamaya giriyoruz. Eğer hatası varsa kendimize “bana olmaz” diyebiliyoruz ve dünyanın adil bir yer olduğu inancına teslim olarak kendimizi korumaya alabiliyoruz. Kurbanı suçlama eğilimimiz nihayetinde kendimizi korumaktadır. Pembe dünya görüşümüzü korumamızı ve kendimize kötü bir şey olmayacağına dair güvence vermemizi sağlar. Sorun şu ki, kendi iyiliğimiz için bir başkasını feda ediyoruz.
David B. Feldman’ın makalesinde değindiği, David Aderman, Sharon Brehm ve Lawrence Katz tarafından yapılan araştırmaya göre, kurbanı suçlamanın önüne empati ile geçebiliriz. Sanırım ben gerçek empatiyi ancak Pınar Gültekin’in cinayetiyle tam olarak kurabildim. Mağdur kişiye hiç bir zaman suçlayıcı bir yerden yaklaşmamış olmama rağmen, gerçek empatiyi bir şekilde kendime yakın gördüğüm Pınar üzerinden kurabildim ve bunun benim başıma da gelebileceği inancı onunla kuvvetlendi ve dehşete kapıldım.
Twitter’da bazı kullanıcılar arasında özellikle bu cinayete herkesin tepki vermesine, bir başkasının yaşadığı trajedi karşısında neden bu denli birleşilmemiş olunduğuna kızanları görmüştüm. Verdikleri örnekler arasında köyde yaşayan bir kadının yaşadığı benzer trajedi vardı. Şimdi düşününce o kadar haklılar ki… Üzgünüm daha önce tamamıyla empati kuramadığım için. Üzgünüm kendimi korumayı ön plana aldığım ve mağdur olan kişinin yaşadığı trajediyi yeterince sahiplenemediğim için.
Güvenli ve adil bir dünyada yaşadığımızı hissetme ihtiyacımız, gurur duymadığımız sonuçlar çıkarmamıza neden olabilir. Hiçbirimiz masum kurbanları yeniden travmatize etmek istemiyoruz. Ve hiçbirimiz faillerin cezasız kalmasını istemiyoruz. Bir dahaki sefere bir kurbanın yaşadığı trajediyle ilgili kendimize soralım: O kişinin yerinde olsam nasıl hissederdim? Sadece suçu bir şekilde kapatmak yerine empati kurarak gerçekten adil bir dünya sağlayabiliriz. Sanırım insan olarak en azından bunu yapmakla yükümlüyüz.
* Bu yazı David B. Feldman’ın makalesinden geliştirilmiştir.