Mutlu Annelerin Mutlu Çocukları
Bir çocuk dünyaya geldiği zaman savunmasız ve muhtaç bir haldedir. Büyüdükçe önce annesi (bakımveren), sonra babası sonra da dış dünyayla bağlanmaya başlar. Ardından da kendi ihtiyaçlarını karşılamaya…. Bu sebeple çocuk bütün aile için önemli bir sorumluluk haline gelir. Ancak annelere özellikle ilk dönemlerde daha çok sorumluluk kalır. Çocuğun bakımı, beslenmesi derken, çocuk dünyaya gelmeden önceki bütün roller (eş, kadın, çocuk vb.) bir süreliğine geride bırakılır. Annelik rolü yaşamın çoğunu kapsar. İlk dönemlerde çocuğun çoğunlukla anneye ihtiyacı olması sebebiyle bu durum normaldir. Ancak bir süre sonra çocuk ve annenin ayrışması, annenin diğer rollerine de önem vermesi gerekmektedir.
Muhakkak her toplumda annelik rolü bir önem arz etmektedir. Ancak bizim toplumumuzda bir kadın çocuk dünyaya getirdikten sonra sadece annelik rolünde algılanmaya başlanır. Bir keresinde danışanım çocuğunu dünyaya getirme sürecini anlatırken ‘’Kendimi anne gibi hissetmiyorum, çünkü çocuğumu normal doğumla değil sezaryenle dünyaya getirdim. Kaynanam bu nedenle tam olarak anne olamayacağımı söyledi’’ demişti. İşte o zaman bir kadının anne olduktan sonra omuzlarına bindiği yükü çok daha iyi anladım. Çünkü bir kadın anne olduktan sonra diğer her şeyi bir kenara bırakmalıdır. İşine, sosyal hayatına, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarına ara vermelidir.
Kadının duygusal ihtiyaçları ve annelik ilişkisi
Peki kadının başka duygusal ihtiyaçları anne olunca tamamen ortadan kalkar mı? Bu sorunun cevabı ‘’evet’’ ise bir çok psikolojik rahatsızlık kapıda anneyi bekliyor demektir.. Çünkü her bireyin sosyal, duygusal ve cinsel ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçlar süreklilik arz eder. Ancak anne olabilmek adına bir kadın diğer bütün ihtiyaçlarına yok sayarken beslenemezse, kendisi bakım alamıyorken bir canlıya bütün enerjisini vermeye çalışırsa gittikçe tükenmeye başlar. Sanki çocuğu tek başına dünyaya getirmiş gibi bir sorumluluk duygusu kaplar içini. Çocuğun başına gelmiş ve gelebilecek her türlü olumsuzluk için ciddi bir korku, kaygı ve suçluluk duygusuyla boğuşmaya çalışır. Kendisi için ayırdığı her vakit sanki çocuğundan çaldığı bir zamanmış duygusuyla yaşamaya başlar. Kendisine vakit ayırsa bile suçluluk duygusu yüzünden o anın mutluluğunu ve heyecanını tadamaz. Bu da lohusa depresyonu başta olmak üzere kaygı bozukluğu, depresyon, obsesif kompulsif bozukluk gibi bir çok psikolojik rahatsızlığın ortaya çıkmasına sebep olur.
Bir kadın açısından bu durumun riskleri olduğu gibi çocuk için de riskleri bulunmaktadır. Çünkü annenin olduğu kadar çocuğunda bazı temel ihtiyaçları vardır. Bunlardan bir tanesi de bağımsızlaşma ihtiyacıdır. Ancak karşısında kendisi için her şeyi feda eden bir anne varken çocuk dış dünyaya açılamaz. Hele ki arkasında mutsuz ve kaygılı bir anne varken dış dünyaya gitmek suçluluk yaratır. Bir yandan bağımsızlaşma isteği diğer yandan suçluluk duygusu çocuğun iç dünyasında çatışmayı beraberinde getirir. ‘’Çocuğun iyiliği için yapılan fedakarlıklar’’ aslında çocuğun daha çok zorlanmasına yol açar. Bu da çocuğun güvensiz, bağımlı, kaygılı bir bağlanma gerçekleştirmesine beraberinde bir çok ilişkisel ve duygusal problem yaşamasına sebep olur.
Bütün bunlar göz önüne alındığında eğer mutlu çocuklar yetiştirmek istiyorsak önce mutlu anneler yaratmalıyız. Bir kadının sadece ‘’anne’’ olmadığını, onun da kendi ihtiyaçları olduğunu, annenin ve çocuğun ancak sağlıklı bir şekilde ayrıştıklarında iki mutlu yetişkine dönüşebileceklerini unutmamalıyız…
Uzm. Klinik Psk. Yaşar Emre Ertürk